Sağlık

Sağlık Sistemi Genel Yapısı ve Eksik Uygulamalar  

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre sağlık hizmeti kamu malı niteliğindedir, devletin görevlerindendir ve sağlık hizmetlerinden Sağlık Bakanlığı sorumludur. Sağlık hizmetleri kamu, yarı kamu, özel ve kar amacı gütmeyen vakıf kuruluşlarınca sağlanır.

Türkiye sağlık hizmetleri finansman yapısında bahsedilen yöntemlerden tek birine sahip değildir; karma bir yapı söz konusudur. Zorunlu sigorta sistemi yanında özel sigorta, cepten yapılan ödemeler ve kamu gelirleri yani vergilerle finansman yöntemi hep birlikte ve iç içe karma bir şekilde uygulanmaktadır.

Türkiye, Genel Sağlık Sigortası sistemi kapsamında evrensel sağlık hizmetlerine sahiptir. Bu sistem kapsamında, Sosyal Güvenlik Kurumu'na (SGK) kayıtlı tüm sakinler, SGK ile sözleşmeli hastanelerde ücretsiz tıbbi tedavi alabilmektedir. 1990’lı yılların başında Dünya Bankası yetkilileri tarafından ülkemizde uygulanması önerilen Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın temel amacı; “Herkes için ulaşılabilir, nitelikli ve sürdürülebilir sağlık hizmetinin, etkili, kaliteli, verimli ve hakkaniyete uygun bir şekilde sunulması” olarak tanımlanabilir.

Türkiye de bu politikalara uzak kalmamış ve 1990'lı yılların başlarında politika geliştirmeye başlamıştır. 1993-2001 yılları arasında Sağlık Bakanlığı bünyesinde ve Sağlık sektörü paydaşlarından oluşturulan çalışma grupları Sağlıkta Dönüşüm Projesi üzerinde detaylı çalışmalar yapmış, projeyi ülkemizde uygulanabilir hale getirmiştir. Bu kapsamda, 2003 yılında en önemli atılımlardan biri olan Sağlıkta Dönüşüm Programı uygulamaya konulmuştur. Bu program, sağlık hizmetlerinin sunumunun yanı sıra sağlık personelinin istihdamını da içermektedir. Acil Eylem Planı'nın belirlenmesinden hemen sonra, 2003 yılı başında Sağlıkta Dönüşüm Programı hazırlanarak Sağlık Bakanlığı tarafından kamuoyuna duyurulmuştur.

1994 yılından “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın başlangıcına kadar olan yıllar arasında özel sektörde hizmet sunan sağlık çalışanlarının sayısı kamuda %24, özelde %77 oranında artmıştır. “Sağlıkta Dönüşüm Programı” sonrasında ise, kamuda %57, özel sektörde ise %278 oranında artış meydana gelmiştir.   Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın temel ilkeleri İnsan merkezlilik, Sürdürülebilirlik, Sürekli kalite gelişimi, Katılımcılık, Uzlaşmacılık, Gönüllülük, Güçler ayrılığı, Desantralizasyon ve rekabetten oluşmaktadır. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın üç temel bileşeni vardır. Bunlar; sağlık ve sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması, aile hekimliği ve genel sağlık sigortasıdır.

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın farklı ana başlık altında gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir.

Bu başlıklar:

Sağlık Bakanlığı'nın idari ve fonksiyonel açıdan yeniden yapılandırılması,

Tüm vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamı altına alınması,

Sağlık kuruluşlarının tek çatı altında toplanması,

Hastanelerin idari ve mali açıdan özerk bir yapıya kavuşturulması,

Aile hekimliği uygulamasına geçilmesi,

Anne-Çocuk sağlığı ve bebek ölümlerinin engellenmesi gibi pek çok başlığı içermektedir.

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı uygulayan Sağlık Bakanlığı, Tıp Fakültelerine ve Öğretim Üyelerine sağlık hizmeti sunucusu olarak bakmaktadır ve diğer işlevlerini görmezlikten gelme çabası içindedir. Sağlıkta Dönüşüm Programı yarı zamanlı çalışmayı kaldırmış ve tüm öğretim üyelerini tam zamanlı çalışır hale getirmiştir.

Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde, SSK Hastaneleri Sağlık Bakanlığına devredildi, memur ve sigortalıların özel hastane ve polikliniklerde muayene ve tedavi olmaları sağlandı, SSK hastalarının ilaçlarını serbest eczanelerden almaları sağlandı, sağlık çalışanlarına döner sermaye ve performansa dayalı prim uygulamaları, sözleşmeli hekim çalıştırılması gibi uygulamalar giderek yaygınlaştı. İlaçların merkez eczanelerden, eczanesi olmayan köylere dağıtılması sağlandı. Vatandaş, artık anlaşması olsun olmasın, tüm eczanelerden ilaçlarını alabiliyor.  

Sağlık karneleri kaldırılarak nüfus cüzdanlarında yer alan TC kimlik numarasıyla sağlık hizmeti alınması sağlandı.  

SAĞLIK SİSTEMİNDE EKSİK ve HATALI UYGULAMALAR  

Şehir Hastaneleri Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ikinci fazı kapsamında hayata geçirilen şehir hastanelerinin ilki 1.294 yatak kapasitesiyle 2017’de Mersin’de açıldı. Sayıları toplamda 11’e ulaşan hastanelerin sonuncusu, 2 bin 682 yatak kapasiteli İstanbul Başakşehir Şehir Hastanesi oldu.

Sağlık Bakanlığı’nın internet sitesine göre, 2021 yılı sonuna dek hizmete gireceği belirtilen yedi şehir hastanesinin ise sözleşmesi imzalanmıştır. Şehir hastaneleri ‘Kamu Özel Ortaklığı’ (PPP) ile hayata geçirildiği için Bakanlık bütçesinden yapımcı konsorsiyuma sözleşme süresince yapım bedeli olarak kira ödemesi de yapılıyor. Bu yüzden sağlık bütçesinden aldığı pay da eleştiriliyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Başbakan seçildiğinde rüyası’ olduğunu ifade ettiği şehir hastanelerinin bütçeden çok yüksek pay alıyor.

1990’lı yıllarda dönemin Sağlık Bakanlıkları ve Dünya Bankası önerileri doğrultusunda planlanmış olan Sağlıkta Dönüşüm Programı içerisinde yer alan Şehir hastaneleri daha önce uygulanmış ve birçok ülkede terk edilmiş bir sistem. Ancak 2002 yılında iktidara gelen AKP yönetimi, Sağlık Bakanlığı tarafından daha önce hazırlanmış Sağlıkta Dönüşüm Projesini ve içerisinde yer alan Şehir Hastaneleri önerisini, süratle kişisel kazanca ve betona tahvil ederek, yapım sözleşmelerini müteahhit firmaların uzun dönemli ve yüksek kazanç elde edeceği bir projeye çevirmiştir.

Şehir hastanelerine verilen garanti miktarları bütçeden oldukça yüksek pay alıyor ve sağlığın diğer alanlarında gerekli olan harcama miktarlarını zorunlu olarak düşürüyor. Türkiye’nin yüzde 61,7’si sağlık hizmetlerinden memnun. Ancak TÜİK’in Yaşam Memnuniyeti Araştırması’nda yer verilen bu oran, 2016 yılında yüzde 75,4’tü.

Sağlık hizmetlerinden memnuniyetin azalma eğilimine girmesinin nedeninin yine şehir hastaneleri projesi olduğu görülüyor. Bu memnuniyetsizliğin temel nedeni ise, bu hastanelerin yapım aşamasında yapılan yer seçimi hataları. Şehir hastaneleri sağlığa ulaşımı zorlaştırdı. Bu hastanelerde doluluk oranlarının yakalanması için küçük hastaneler kapatılmak zorunda kalındı. Halbuki bu küçük hastanelere ulaşım çok daha kolaydı. İnsanlar çok daha uzak mesafedeki bu şehir hastaneleri yüzünden kendi mahallerindeki, yakınlarındaki ufak hastanelerden ayrılmak zorunda kaldı. Kısıtlı imkanları olan vatandaşların bu hastanelere ulaşımları da zorlaştı. Hükümetin Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın, şehir hastanelerinin yapımına varan süreçte başarısı azaldı.

Aslında AKP hükümetleri ile beraber sağlık yönünde bir atılım yapıldı. 1970 yıllarında ortalama yaşam süresi 55 iken, 2017’de 78’e çıktı. Zamanında hem yaşam süresi hem de sağlığa ulaşım açısından başarılı bir eğilim yakalanmıştı. Ancak dönüşümü başlatıp uygulamaya geçirdiğimizde önemli problemler ortaya çıktı. Şehir hastanelerinin kiraları ve oraya harcanan para bütçenin çoğunu aldığından sağlık kalitesine harcanan pay azaldı.

Tüm bu sayılan nedenlerle, Adalet Partisi yönetiminde Sağlık Bakanlığı öncelikle tüm şehir hastaneleri kontratlarını yeniden ele alacaktır. Yapım ve işletme anlaşmaları uluslararası denetim firmaları ve hukukçular tarafından yeniden incelenecek, devlete normalin üzerinde finans yükü getiren anlaşmalar ‘’Ayıplı Sözleşme’’ kabul edilerek, müteahhit firmalar ile uzlaşma yönünde yeniden müzakere edilecektir.

Devletin üzerinde fazladan finans yükü yaratan ve tarafların üzerinde anlaşamadığı sözleşmeler Uluslararası Tahkim’e götürülerek yeniden fiyatlandırılması sağlanacaktır. Yapımı tamamlanmış ancak, gerekli hasta sayılarına ulaşamayan Şehir Hastanelerinin bölgede bulunan ve yeterli tesisi bulunmayan

Tıp Fakültelerine devri de ayrı bir proje kapsamında değerlendirilecektir.  

Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri: Aile Hekimleri ve ASM’ler   1990’lı yıllarda Sağlık Bakanlığı ve Dünya Bankası yetkililerinin birlikte temellerini oluşturdukları ‘’Sağlıkta Dönüşüm’’ projesinin, 2000’li yıllarda AKP hükümetleri tarafından uygulanmaya başlaması ile oluşan en önemli eksiklik Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri olarak tanımladığımız Aile Hekimliği uygulamalarında oluşmuştur.

Aile Hekimliği sisteminin uygulamaya konulduğu ilk yıllarda, mevcut Pratisyen Hekimler hiçbir altyapı oluşturulmadan, birkaç günlük göstermelik eğitimlerle Aile Hekimi olarak atanmaya başlanmıştır. Yine, mevcut Sağlık Ocakları hiçbir altyapı yatırımı ve iyileştirme yapılmadan, sadece isim ve tabelaları değiştirilerek Aile Sağlığı Merkezi haline getirilmişlerdir. Uygulamanın temeli olan, her vatandaşımıza bir Aile Hekimi atanması uygulaması da kağıt üzerinde gerçekleştirilmiş ve ilk müracaatın Aile Hekimine yapılması uygulaması hiçbir zaman gerçekleştirilememştir.

Bugün nüfusumuzun önemli bir bölümü, kendisinin bağlı olduğu ve hizmet alması gerektiği Aile Sağlığı Merkezini ve burada kendisine hizmet vermek için bekleyen Aile Hekimini bilmemekte, tanımamakta ve hizmet almamaktadır. Aile Hekimliği uygulamasının birinci basamak sağlık hizmeti olarak mutlak anlamda uygulanmaması, vatandaşların üçüncü basamak sağlık hizmetini vermesi gereken Üniversite ve Eğitim hastanelerine yığılmasına neden olmakta, bu sağlık kurumlarındaki yığılmalar da verilen sağlık hizmetinin nitelik ve niceliğini de düşürmektedir. Diğer yanda, gerek Aile Hekimlerinin eğitim standartlarının yükseltilmesi, gerekse ASM’lerin altyapı ve teknik imkanlarının yükseltilmesi için gereken maddi kaynak sağlanmaması, genel sağlık hizmetlerinin temel basamağını işlevsiz ve yetersiz hale getirmektedir.

Adalet Partisi Sağlık Politikalarının temel hedefi Aile Sağlığı Merkezleri ve bu merkezlerde görev yapan Aile Hekimlerini ülkemizin sağlık sisteminin merkezine koymaktır. Her vatandaşımızın karşılaştığı sağlık sorununda başvuracağı ilk basamak Aile Hekimi olacaktır.

ASM’lerin birinci basamak sağlık hizmetini tam içeriğiyle verebilmeleri için, bu merkezlerin laboratuar, görüntüleme ve temel acil cerrahi altyapıları güncel seviyeye çıkartılacaktır. Bu merkezlerin bulundukları bölgede Koruyucu Sağlık Hizmetleri ve İş/İşçi Sağlığı konularında lokal sorumlu ve otorite haline gelmeleri sağlanacaktır. Yine, 112 Ambulans hizmetleri ve Evde Bakım uygulamaları ASM’ler ile mutlaka entegre edilecek ve hasta ihtiyaçlarının tespiti ve koordinasyonu birlikte yapılacaktır.  

Temel Tıp Eğitimi ve Tıp Fakülteleri  

Türkiye’de 2019 yılında 117 devlet ve vakıf üniversitesinin “Tıp” bölümlerine öğrenci kaydı yapılmıştır. Bu fakültelerden 80 tanesi devlet, diğerleri vakıf üniversiteleri içerisinde yer almaktadır. Bu tıp fakültelerinden 38’inin mezuniyet öncesi eğitim programı akreditedir. Eğitim programlarının akredite olabilmesi için 14 tıp fakültesinin de başvurusu bulunmaktadır.

Tıp eğitiminin değerlendirilmesi alanında, bağımsız kimliği ve yetkinliğiyle yurt içi ve dışında kabul gören, TEPDAD tarafından akredite edilmiş mezuniyet öncesi eğitim programlarının oranı sadece %32.5’i akreditedir. Başka bir ifadeyle, 69 tıp fakültesinin mezuniyet öncesi eğitim programlarının asgari standartları taşıyıp taşımadıkları bilinmemektedir. Önemli olan tıp fakültelerinin sayısını artırmak değil, var olan fakültelerdeki mezuniyet öncesi eğitim programlarını asgari standartları taşır hale getirmek ve bunu belgeleyebilmektir. 

YÖK, 2019-2020 eğitim-öğretim döneminde 5’i yurt dışında olmak üzere, 122 tıp fakültesi için 15 bin 500 öğrenci kadrosu ilân etmiş ve sınavı kazanan öğrenciler Eylül 2019 tarihinde birinci sınıf öğrencisi olarak tıp eğitimine ilk adımını atmıştır. YÖK’ün verilerine göre, her bir tıp fakültesi için ortalama 123 öğrenci kontenjanı açılmıştır.

Bununla birlikte, 2019 yılında 1047 hekim, başka bir ifadeyle, yaklaşık 9 tıp fakültesinin birinci sınıf öğrencisi sayısı kadar hekim, başka bir ülkede çalışabilmek için Türkiye’den göç etmiştir. Ülkemizin doktor ihtiyacını kısa sürede tedarik etmek amacıyla, süratle ve denetimsiz olarak açılmış, çok sayıdaki ancak, yetişmiş öğretim üyeleri, gerekli altyapı ve ekipmana da sahip olmayan niteliksiz tıp fakülteleri ne yazık ki ülkemizin nitelikli doktor ihtiyacını karşılamaktan da uzaktır.

Ülkemizde sağlık alanının yeterli ve nitelikli sağlık personeline kavuşabilmesi ve mevcut kaynakların en iyi, optimum şekilde kullanılabilmesi için, mutlaka tüm personel ihtiyaç sayıları, planlaması ve bu personelin gereken sayıda ve zamanda yetiştirilmesi için, ilgili tüm yüksek öğretim planlaması Sağlık Bakanlığı ve Yüksek Öğrenim Kurumu tarafından yeniden planlanmalı ve 5-10-15 yıllık planlar ilgili tüm kurumlarla önceden paylaşılmalıdır. Benzer durum, yardımcı sağlık personeli yetiştiren eğitim kurumları için de geçerlidir.

Psikoloji, Diyetisyenlik, Fizyoterapi gibi alanlarda ihtiyaç fazlası ve yeterliliği olmayan mezunlar verilerek, bu alanlarda beklenen hizmet verimliliği de sağlanamamaktadır. Mevcut niteliksiz öğretim kurumlarının ıslahı, geliştirilmesi süratle planlanırken, belirlenen standartlara ve öğretim niteliklerine uymayan, yetişemeyen ve ihtiyaç fazlası olan kurumlar da kapatılarak, daha fazla niteliksiz iş gücü oluşumuna izin verilmeyecektir.    

Uzmanlık Eğitimi ve TUS   Tıp eğitimi; kaliteli ve özverili insan gücüne ihtiyaç duyan, emek yoğun bir eğitimdir. Değişim ve yenilenmenin en hızlı olduğu bilim alanlarından biri olan tıp eğitimi; ilgili eğitimi sunacak ve alacakların düzeyi yanında, çok ayrıntılı, pahalı fiziki yapılar ve teknolojik donanım gerektirmektedir. Tıp eğitiminin sorunları birbiriyle yakın ilişkili yetişme dönemleriyle ilgili olup, tıp eğitimi öncesi, mezuniyet öncesi dönem (tıp fakültesi dönemi), uzmanlık dönemi ve mezuniyet sonrasını kapsar. Gelişen teknolojinin sunduğu imkânlarla hızlanan değişim ve yenileşmenin, sağlığı daha karmaşık ve pahalı hale getirmesiyle de sorunlar giderek artmaktadır.

Tıpta uzmanlık eğitimi sorunları, değişik uzmanlık dallarında ihtisas yapan 22 bin kadar uzmanlık öğrencisini, eğitimcileri, uzmanlık eğitimine katkı veren kurumları, ilgili paydaşları yakından etkilemektedir. Bugün ülkemizde 117 tıp fakültesinden 84’ü uzmanlık eğitiminde aktif olup, ayrıca Sağlık Bilimleri Üniversitesine bağlı 50 civarında Eğitim Araştırma Hastanesi vardır. Bu sayılar tıpta uzmanlık konusunun 130 kadar kurumu ilgilendirdiğini göstermektedir.

Tıpta uzmanlık eğitimiyle ilgili değişik sorunlar olmakla birlikte biz bunları 5 ana başlık altında ele alacağız. 1.Mezuniyet Öncesi Dönemdeki Sorunlar

Ülkemizde uzmanlaşma konusunda yoğun talep artarak devam etmektedir. Mezuniyet öncesi tıp öğrenimi döneminde öğrenciler, temel hekimlik bilgi ve becerisini kazanmak yerine tüm güçlerini TUS sınavı için harcamakta, bu durum fakültelerdeki eğitimi olumsuz yönde etkilemektedir.

Ülke geneline yayılan TUS dershaneleri, tıp eğitiminin özellikle son iki yılında öğrencilerin hemen hepsinin devam ettiği yerler haline gelmiş, TUS sınav başarısı fakülte eğitim kalitesinin bir ölçüsü olduğu yanılgısına neden olmuştur.

Bu durum, çoğu tıp fakültesinde uygulamalı tıp eğitimini olumsuz etkilemektedir. Mezuniyet öncesi dönemde, Ulusal Çekirdek Eğitim Programı’nın gerektirdiği yeterliliklere ulaşma noktasında ciddi sıkıntıların olduğunu pek çok akademisyen gözlemlerine dayanarak ifade etmektedir. Uzmanlığa girişte esas olan TUS sınavı fırsat eşitliğini sağlama noktasında önemli bir sorunu çözmüş olmakla birlikte, büyük ağırlıkla bilgiyi, belirli bir oranda kavrama ve zihinsel uygulamayı ölçmekte, becerileri mevcut haliyle değerlendirememektedir.

Tıp fakültesi döneminde yeterli ve gerekli bilgi ve beceriyi kazanamayan hekimlerin uzmanlık eğitimi dönemine ve hatta tüm hekimlik hayatına ilgili sorunlar olumsuz yansımaktadır. Ülkemizde, Avrupa ülkelerinde uzmanlıkta temel olan dahili ve cerrahi alanlarda zorunlu temel eğitime (common trunk) yer verilmemiş olması bahse konu sorunların azaltılmasını önleyici etki yapmaktadır.

Çözüm Önerileri: Mezuniyet öncesi eğitimde yeterliliklere uygun bir eğitim verilmeli, özellikle beceri kazandırma eğitimleri özenle yapılmalıdır. Haliyle bu daha fazla öğretim üyesi, fiziki ve teknolojik imkânlar yanında, imkânlarla uyumu daha az öğrenci kontenjanıyla sağlanabilir. Uzmanlığa girişte adaleti sağlayan TUS devam etmeli ama temel bilimler, klinik bilimler ve mezuniyet sonrasında üç basamaklı, ABD’deki USMLE benzeri bir sınav sistemine geçilmelidir.  

2.Uzmanlık Eğitiminde Standartlarla İlgili Sorunlar

Ülkemizde halen 82 ana dal ve yan dalda çekirdek müfredatları bitirilmiş ve yeterliliklere dayalı uygulama sorumluluğu başlamıştır. Ancak, ülkedeki altyapının henüz ayrıntılı analiz edilmemiş olması nedeniyle tıpta uzmanlık eğitimi yapabilecek kurum ve birimler için ayrıntılı asgari standart çalışması henüz bitirilmemiştir. Belirlenen asgari standartlar ülke koşulları nedeni ile genelde düşük tutulmuş, bir kısım standartlar bağlayıcı olmayan gelişme standardı olarak belirlenmiştir.

Genel olarak uzmanlık alanlarında üç öğretim üyesi zorunluğu şartı aranmakta ise de uygulama becerilerinin çok önemli olduğu uzmanlık eğitiminde ilgili eğitimi gerekli ve yeterli çerçevede verecek eğitimci sayısında kurumlar arasında ciddi farklar vardır. Bazı alanlarda (acil, aile hekimliği…) bir öğretim üyesine 10, hatta 20’den fazla tıpta uzmanlık öğrencisi sorumluluğu verilebilmektedir. Kurumların fiziki yapısı ve teknolojik donanımı için de aynı farklar söz konusudur.

Tıpta uzmanlık eğitimi kalitesinin, ülkenin bugünü ve geleceği için ne kadar stratejik öneme sahip olduğu herkesçe bilinmektedir. Buna rağmen, özellikle kurumlarda hizmet verecek hekime olan ihtiyaç nedeniyle, tıpta uzmanlık öğrencilerinin eğitim kalitesi öncelikle dikkate alınmadan, kurumlar arasında eşitlik ilkesine uymaya dikkat edilmeye çalışılarak, tıpta uzmanlık kadroları dağıtılmaktadır. Bu durum zamanla eğitimi yetersiz bulan tıpta uzmanlık öğrencilerinin resmi şikâyetlerine de neden olmaktadır; ayrıca sınırlı sayıda eğitimciye sahip birimlerde, atama, vefat vd. nedenlerle oluşan eğitimci eksikliğinden tıpta uzmanlık öğrencilerinin eğitimi belirli bir dönem aksamakta, eğitimci eksikliği tamamlanmazsa uzmanlık öğrencisi başka kurumlara verilmektedir.

Ortak kullanım esasıyla çalışan afiliye hastanelerde yetki paylaşımı ve diğer idari sorunlar da uzmanlık eğitimini olumsuz etkilemektedir. Çözüm Önerileri: Tıpta uzmanlık eğitiminde eğitimci sayısı ve niteliği, fiziki altyapı imkânları, teknolojik donanım, hasta sayısı ve çeşitliği gibi ölçütler dikkate alınarak asgari standartlar yükseltilmeli, belirlenmiş gelişme standartları asgari standart kapsamına alınmalıdır.

Tıpta uzmanlık, doktora eşdeğeri kabul edildiğinden en azından doktora için gereken sayıda eğitimci, tıpta uzmanlık için de zorunlu olmalıdır. İlgili standartlar, ülke genelinde kurumların ortalamasına ve hizmet ihtiyacına göre değil, tıpta uzmanlık eğitiminde ileri düzey kaliteli bir eğitimin nasıl sağlanacağı temelinde belirlenmelidir. Hele iç hastalıkları, çocuk sağlığı ve hastalıkları, genel cerrahi, kadın hastalıkları ve doğum gibi çok geniş uygulama gerektiren alanlarda müfredatlardaki yeterliliğin sağlanmasına imkân verecek yüksek standartlar belirlenmeli, bu gibi genel alanlarda üç eğitimci gibi bir sayıyla asla yetinilmemelidir. Alanına göre bazı farklar olabilse de bir eğitimciye 2-3’ten fazla tıpta uzmanlık öğrencisi sorumluğu verilmemelidir.

Tıpta uzmanlık eğitimi yeterliliklerinde eğitim süresince tespit edilen eksiklikler, gecikmeden uygunsa ilgili klinikte veya başka bir kurumda rotasyonla tamamlatılmalıdır. Belirlenen standart düzeye erişemeyen veya standardın altına düşen kurumların/birimlerin uzmanlık eğitim verme yetkisi gerekli şartlar sağlanana kadar durdurulmalıdır. Gerekli hallerde bugün bazı kurumlarda yapıldığı gibi, birkaç kurum “ortak program” açarak tıpta uzmanlık öğrencisinin eğitiminde eksiklik/aksaklık oluşması önlenmelidir. Hizmet gerekçesi ile her kuruma/birime tıpta uzmanlık öğrencisi verilmemeli, uzmanlık eğitimi standartların üzerine çıkmış kurumlarda yapılmalıdır.

Tıp eğitiminde giderek hızla artmakta olan değişimler dikkate alınarak çekirdek müfredatların zamanında güncellenmesi sağlanmalı, dünyadaki gelişmeler dikkate alınarak standartlar değiştirilmelidir.

3.Yeterliliklere Dayalı Eğitim Temininde Yaşanan Sorunlar

Eğitimci sayısında bazı kurumlardaki sayıca yetersizlik, kurumlar arasında sayıca önemli farklılık, ülkemizde uygulanan hizmet ağırlıklı performans anlayışı, eğitimde bütünsel anlayışı olumsuz şekilde etkilemektedir.

Eğitimcilerin, tıpta uzmanlık eğitiminin gereklerine uygun, etkili ve güncellenen eğitimcilerin eğitimi programına katılmasında da sorunlar yaşanmaktadır. Yeterliliklere dayalı eğitimde usta çırak ilişkisi ön planda olmakla birlikte eğitimin öğrenci (asistan) odaklı olması temel koşuldur. Uzmanlık öğrenciliği dönemi eğitim ve çalışma programı, çekirdek/genişletilmiş müfredata göre önceden ayrıntılı planlanıp uzmanlık öğrencisinin düzenli bir eğitim alması sağlanmasını gerektirir. Eğitimin gereklerine göre değil, hizmetin zorunluluklarına dayalı bir eğitim ve çalışma programı belirlenmeye çalışılmakta, çoğu yerde buna bile uyulamamaktadır. Bazı kurumlarda hiçbir eğitim programının olmadığı bilinmekte, bazılarında var olan eğitim programları öğle yemek saati arasına sıkıştırılmaktadır.

Eğitimde belirlenmiş dış rotasyonlar çoğunlukla niyet düzeyinde kalmakta ve etkin olarak yapılmamaktadır. Bazı birimlerde yeterli hasta sayısı ve çeşitliliği sağlanamamakta, bazılarında gerekli teknolojik donanım yetersiz kalmaktadır. Yeterliliklerin ölçme ve değerlendirilmesi konusu mevcut durumda ilgili program eğitimcilerine bırakılmıştır. Yeterliliklere dayalı bir eğitim olan tıpta uzmanlık eğitiminde uygun ölçme ve değerlendirmenin (bilgiyi değişik düzeyle ölçen farklı sınavlar, simülasyon sınavları, iş başı sınavları (mini klinik sınav, olgu temelli değerlendirme, girişimsel beceri geri bildirimi, akran değerlendirmesi, 360o değerlendirme, değişik ilgililerden geri bildirimler vd.) uygun ve düzenli bir şekilde yapılmasında, sürdürülmesinde sorunlar vardır.

Az sayıda kurumda ölçme ve değerlendirme ile ilgili çalışmalar yapılmakla birlikte, genellikle eğitimin düzenli takibi ve uygun ölçme değerlendirmesi konusunda hedeflenen düzeylere henüz ulaşılamamıştır. Eğitim için önemli olan yapılandırılmış eğitim etkinlikleri (sunum, seminer, olgu tartışması, dosya tartışması, makale tartışması, konsey, kurs, morbidite ve mortalite toplantıları), değişik uygulamalı eğitim etkinlikleri ile bağımsız ve keşfederek öğrenme etkinlikleri açısından uygun ve yeterli süreçlerin ne kadar etkin yapılabildiği bilinmemekte, kurumlar arasında önemli uygulama farkları yaşandığı gözlemlenmektedir. Bazı kurumlarda tıpta uzmanlık öğrenci sayısının yetersizliği, aşırı hizmet ve nöbet yükü akran eğitimi yetersizliğine neden olmaktadır. Kurumlarda rol model öğretim üyesinin olumlu etkisi herkesçe kabul edilen bir gerçektir.

Çözüm Önerileri: Eğitimciler, belirli dönemlerde güncellenen eğiticilerin eğitimi programına katılmalıdır. Ölçme ve değerlendirme dahil uzmanlık eğitimiyle ilgili güncel bilgi ve beceriler ilgili programların içeriğinde yer almalıdır. Uzmanlık öğrencisi döneminde, eğitim, araştırma ve çalışma dengesi gözetilerek hazırlanmış bir program hazırlanmalı, “eğitim odaklı” hizmet sunulmalıdır. Tıpta uzmanlık öğrencisinin sunduğu sağlık hizmeti, özellikle ilk kıdem döneminde mutlaka eğitimcilerin gözetiminde olmalıdır. Tıpta uzmanlık öğrencisi için hasta hizmeti, eğitim ve araştırma hizmetleri (tez vd. araştırmalar) dengesi iyi kurulmalıdır. Uzmanlık öğrencisinin sağlık hizmeti yükü eğitim ve uzmanlık için gerekli bilimsel araştırmaya engel olmamalıdır.  

4.Tıpta Uzmanlık Tezi ile İlgili Sorunlar

Ülkemizde, tıpta uzmanlıkla doktoranın denk kabul edilmesi, üzerinde yeterince tartışma yapılmamış bir sorundur. Bilindiği gibi tıpta uzmanlık eğitimi ile doktora eğitimi farklıdır; tıpta uzmanlık eğitimi ile mesleki yeterlilik, doktora eğitimi ile bilim yeterliliği kazanılır. Tıpta uzmanlık öğrencilerinin kurumlar arasında bazı farklar olmakla birlikte %40-%50 kadarı eğitimleri boyunca bilimsel araştırmalara katılmadıklarını belirtmiştir. Sadece uzman olmak isteyenler için uzmanlık tezi, bilimsel bir başarıya imza atmak yerine, bürokratik bir engel oluşturmaktadır.

Ülke genelinde yapılan uzmanlık tezlerinin kalitesi incelenmeye değer ciddi bir konudur. Yine bilindiği gibi uzmanlık geniş bir çerçevede belirli bir düzeyde bilgi ve beceri kazanmayı gerektirirken; doktora, bir alanın belirlenen dar bir kısmında ileri düzeyde derinleşmek, ilgili alanda sorun çözebilen araştırma becerilerine ulaşmayı gerektirmektedir. Haliyle doktora, ya sorun çözen nitelikli bir tezle ya da bir alanda 3-5 nitelikli yayının birleştirilmesi ile ortaya çıkan bir tez varlığını gerektirmektedir. ABD, değişik Avrupa ülkeleri (Almanya, Hollanda, Avusturya, Malta, Fransa, Yunanistan, İngiltere (bazı alanlarda var), İsviçre (bazı alanlarda yayın isteniyor) ve Japonya’da uzmanlık tezi yoktur.

Uzmanlık tezi olan ülke sayısı çok azdır. Ülkemizde uzmanlık tezi özellikle eğitimciler tarafından çok önemsenmektedir ama değişik kesimler uzmanlık tezlerindeki kalite sorunundan yakınmaktadır.

Çözüm Önerisi: Tıpta uzmanlık kendine özgü yeterlilikler ekseninde verilmeli, uzmanlık için gereken düzeyde bilimsel araştırma bilgi ve becerisi de kazandırılmalıdır. Ancak her uzmandan doktora düzeyinde araştırmacı olmasını beklemek haksızlık olur ve bu beklentilerin karşılanması da imkânsızdır. Uzmanlıkla birlikte doktora (birleşik, örtüşük veya ardışık) yapma imkânı sağlanmalı veya ABD örneğindeki gibi araştırmacı uzman hekimler yetiştiren farklı bir program uygulanmaya konmalıdır.      

5.Uzmanlık Sonrası Sürekli Eğitim Dönemi Sorunları

Uzmanlık sonrası sürekli tıp eğitiminde uzmanlık dernekleri ve tabip odaları önemli çalışmalar yapmaktadır. Ancak uzmanlık sonrası sürekli tıp eğitiminde yapılması ve takip edilmesi gerekenler konusunda ortak bir görüş veya program yoktur. Ayrıca mesleğini uygulayan bütün hekimler için mezuniyet sonrasında sürekli eğitimin belli bir kredi ile takip edilmesi ve belirli aralarla bir sınav yapılması konusunda ülkemizde henüz bir görüş birliğine varılmamıştır.

Çözüm Önerileri: Uzmanlık sonrası sürekli eğitim için, sürekli tıp eğitimi dergileri, düzenli güncellenen tanı ve tedavi rehberleri, kongreler, sempozyumlar, çalıştaylar, kurslar, internet üzerinden eğitim seçenekleri kullanılabilir. İlgili eğitim aktiviteleri, sürekli eğitim anlayışı çerçevesinde bir kredilendirme esasına bağlanmalıdır. Uzmanlık dernekleri veya derneklerinin de yer alacağı bir kurulun 5-10 yılda bir yapacağı sınavlar (board) sınavları uygulamaya konulmalıdır.

6.Diğer Sorunlar

Tıpta uzmanlık eğitiminin finansmanı, tıpta uzmanlık öğrencilerinin özlük hakları, çalışma koşulları ve çalışma ortamı gibi konularda da değişik sorunlar yaşanmaktadır. Mali açıdan yaşanan sorunlar tıpta uzmanlık öğrencilerinin özellikle büyük şehirlerde özel hastanelerde yasal ve etik olmayan şekilde nöbet tutmasına neden olmaktadır. Bu durum tıpta uzmanlık öğrencisi başarı ve çalışma performansını olumsuz etkilemektedir. Kurumlara verilen tıpta uzmanlık öğrencileri için ilgili kuruma doğrudan sağlanan bir mali destek söz konusu değildir. Bilimsel araştırma ve tez çalışmaları BAP’lardan sağlanan sembolik ücretlerle desteklenmektedir.

TÜBİTAK gibi kurumlardan destek almak, zamanlama sorunları nedeniyle kolay olmamaktadır. Tıpta uzmanlık öğrencilerinin AB ölçütlerine göre daha uzun çalışma süresi, çalışma ortamı imkânları da bir sorun alanıdır. Nitekim YÖK tarafından yapılan ankette yaşam koşullarından hiç memnun olmayanların %8,9, memnun olmayanların ise %14,7 oranında olması dikkat çekicidir. Çözüm Önerisi: Tıpta uzmanlık öğrencilerine maaş ve performans adı altında yapılan ödemeler ülke imkânları nispetinde artırılmalıdır. Çalışma koşulları ve saatleri ile nöbetlerle ilgili sorunlar zaman içinde düzeltilip giderilmelidir. Tez ve bilimsel araştırmalara sağlanan imkânlar artırılmalıdır.                     

Meslek Örgütleri İlişkileri: TTB,TEB,TDB,AHEF,THD   Ülkemizde uzun yıllardır iktidarda bulunan hükümetler ile sağlık alanında faaliyet gösteren meslek örgütlerinin ilişkileri ve iletişimi gerekli düzeyde olmamış, siyasi iktidarlar meslek örgütlerini kendi politikalarını uygulamakta bir engel olarak görmüşler ve bu doğrultuda davranmışlardır.

Oysa, sağlık alanında çalışan farklı meslek gruplarını temsil eden sağlık örgütleri, kendi üyelerinin çalışma alanlarında yaşanan sorunları ve bu alanların en efektif şekilde çalışabilmesi için gereken şartları, uygulamaları en iyi bilen örgütlerdir. Bu örgütlerden bazılarının, üyelerinin de görüşleri doğrultusunda güncel politikalar üretmeleri ve bunları kamuoyu ile paylaşmaları varlık nedenleridir. Siyasi iktidarların da, bu paralelde meslek örgütleri ile doğrudan ve açık iletişimde olmaları, güncel siyasi kaygılardan arınarak, bu örgütlerin görüş ve önerilerine hassasiyet göstermeleri ve mutlaka sürekli ve açık diyalog içerisinde olmaları gerekir.

Adalet Partisi iktidarında, Sağlık Bakanlığı içerisinde bakanlığın ilgili yöneticileri ve sağlık alanı ile ilişkili tüm meslek örgütlerinin yönetici ya da atanmış temsilcilerinin yer alacağı bir “Danışma Kurulu” oluşturulacaktır. Belirlenmiş periyotlarda düzenli olarak toplanacak bu kurul, sağlık alanında yapılacak uygulamalar, hazırlanacak yönetmelik ve kanunların hazırlanmasında öncü bir rol oynayacaktır. Sağlık Bakanlığı tarafından meclise gönderilecek tüm kanun teklifleri ve yıllık bütçe çalışmaları öncelikle bu kurulda görüşülecek ve ortak bir uzlaşma sonrasında meclise sevk edilecektir.

Özellikle Meslek Yasası sorunu yaşayan Psikologlar, Diyetisyenler gibi yardımcı sağlık personeli gruplarının talebi olan meslek yasalarının hazırlanması ve mevcut yasaların güncellenerek düzenlenmesi çalışmaları yine bu ‘’Danışma Kurulu’’nun öncülüğünde ve yönlendirmesi ile yapılacak ve bu meslek gruplarının da çalışma alanları talep edilen düzene kavuşacaktır.  

İş ve Meslek Hastalıkları Uygulamaları  

Çalışan sağlığı politika belgesi Sağlık Bakanlığı ve diğer ilgili bakanlıkların koordinasyonunda mutlaka ivedilikle hazırlanmalı ve gerekli uygulamalar kanunlaştırılmalıdır. Toplumumuzun %30’u çalışabilir nüfusu oluşturmaktadır. Sağlıklı bir toplum için çalışanların sağlığının korunması da genel sağlık hizmetinin bir parçası olarak önemlidir. İş ortamı fiziksel, kimyasal, psikososyal, ergonomik, biyolojik risk etmenleri içerir. Bu etmenlerden korunma çalışan sağlığının korunması için temel yaklaşımdır. Çalışan sağlığının korunması bir kültürdür. Bu kültürün oluşturulabilmesi tüm toplumu kapsayan, bütüncül, sistematik ve kesintisiz bir yaklaşımı zorunlu kılar.

Ana politika hedefleri; Refah, Çalışma ve Sağlık hakkı evrenseldir Sağlıklı bir çalışma alanı yaratmak ve bu amaçla sağlık ve güvenlikle ilişkili risklerin ortadan kaldırılması temel hedeftir Çalışan sağlığı ve güvenliği konuları yarı bağımsız (Sağlık Bakanlığı’na bağlı) ve akademik bir Ulusal İş Sağlığı Kurumu tarafından yürütülür. Kurum iş sağlığı ve güvenliği konularında planlama, izleme, denetim, eğitim ve araştırmadan sorumludur.

Kurum Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Üniversiteler, İşçi ve İşveren örgütleri başta olmak üzere ilgili tarafların katılımı ile oluşturulur. Aynı zamanda taraflar arasındaki eşgüdümü de sağlar. Kurum ulusal temelde dikey ve yatay bir örgütlenme modeli ile yapılandırılır. Tüm sağlık kuruluşlarının Ulusal İş Sağlığı Kurumu ile eşgüdüm içerisinde olmaları sağlanmalıdır. Toplum sağlığı merkezleri işyeri ile toplum arasındaki iletişimde ana bağlantı noktaları olmalıdır. İş sağlığı profesyonellerinin eğitimi kurumun belirlediği standartlara göre gerçekleştirilmelidir. İş sağlığı ve güvenliği ile ilişkili veri kurum tarafından değerlendirilmelidir Ulusal Meslek Hastalıkları Sürveyansı yapılmalıdır Temel eğitimden başlayarak eğitimin her aşamasında iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili dersler eklenmelidir Çalışanların sağlık ve güvenliği işverenin sorumluluğundadır Her işyerinde sağlık güvenlik komisyonunun aldığı kararlar işvereni bağlar İşyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve iş hijyenisti bağımsız ekonomik ve çalışma koşullarına sahip olmalıdır. İşyeri hekimliği, iş güvenliği uzmanlığı ve iş hijyenisti akademik bir yapıya kavuşturulmalıdır.   Sağlık Sektörü Paydaşları: İlaç, Tıbbi Cihaz, Özel Hastaneler, Ödeme Kurumları/Sigortalar   Sağlık sektörü olarak tanımladığımız, sağlık personeli ve hastaların karşılaştıkları, tanı ve tedavilerin yapıldığı alan aslında bir masanın üst tablası gibidir. Bu tablayı taşıyan dört ana bacağı vardır. Bu bacaklar sırasıyla İlaç Sanayi, Tıbbi Cihaz ve Ekipman Sanayi, özel ve devlete ait hastane sistemleri/grupları ve tüm bu sistemin gerekli olan finansını sağlayan ödeme kurumları ve Sigortalardır. Bütün sistemin doğru çalışabilmesi için bu dört bacağın da eşit uzunlukta ve sağlam olması üst tablayla bağlantı ve ilişkilerinin kuvvetli olması gerekir. Ancak bu durumda bu masanın üzerinde kurulmuş olan sağlık sistemi doğru şekilde, sarsıntısız ve güvenle çalışır. İşte tüm sağlık sisteminin doğru ve efektif şekilde çalışabilmesi için sadece sağlık personeli ve hastaların karşılaştıkları alanlar haricinde bu sistemi ayakta tutan, ilaç, tıbbi cihaz, hastane sistemleri ve sağlık sigortaları temsilcilerinin Sağlık Bakanlığı kadroları ile doğru ve açık iletişimde olmaları önem kazanmaktadır.  

Bu gruplar arasındaki iletişimin doğru ve sağlıklı olabilmesi için mutlaka bu alanda faaliyet gösteren şirketlerin ve yapıların temsilcileri ile Sağlık Bakanlığı ilgili bölümlerinin yöneticilerinin birlikte çalışacakları bir üst kurul yapılandırması şarttır. Aynı meslek örgütü temsilcileriyle birlikte oluşturulacak olan “Danışma Kurulu” benzeri bir yapının,  bu sektörün temsilcileri ve Sağlık Bakanlığı bürokratlarının katılımı ile düzenli periyotlarda toplantılar yapan ve sektörün sorunlarını ve çözüm yollarını bu toplantılarda tüm taraflarıyla birlikte tartışarak sonuca ulaştıran bir yapı oluşturulacaktır. Böylelikle sektöre ait sorunlar, birinci elden tartışılıp sorun çözümleri yine en etkin şekilde birinci elden sorumluları tarafından oluşturulacaktır. Bahsi geçen dört ana sektörün ülke içerisinde ve ülke dışına da hizmet eder şekilde geliştirilmesi için ayrıca teşvik unsurları ve bu sektörlerin gelişmesi için gereken yasal düzenlemeler mutlaka  bu danışma kurulu tarafından hazırlanarak hayata geçirilmelidir. Bu amaçla hazırlanacak gerekli yasal düzenlemeler de Sağlık Bakanlığı tarafından takip edilecek ve desteklenecektir. Bu desteklere örnek olarak yine raporumuz ekinde sunulan İstanbul Bio City projesi, Yaşlı Bakım Köyü, Bağımlılık Rehabilitasyon Merkezleri ve benzer projeler Sağlık Bakanlığı tarafından desteklenecektir.   Sağlık’ta ‘’Öksüz’’ Alanlar: Bağımlılık Tedavisi ve Rehabilitasyonu, Yaşlı Sağlığı ve Bakımı   Ülkemizde son 20 yılda yaşanan sağlıkta dönüşüm politikalarının genel olarak sağlık sisteminin hızlı bir gelişim meydana getirdiği görülmektedir. Ancak bu gelişim sağlığın geniş kitleler tarafından ihtiyaç duyulan alanlarında maalesef tam olarak gelişmeyi sağlayamamıştır. Bu eksik alanlara genel olarak “Sağlığın Öksüz Alanları” diyebiliriz.

Geniş kitleleri ilgilendiren Bağımlılık Tedavisi ve Rehabilitasyonu ile Yaşlı Sağlığı ve Bakımı bu Öksüz alanların en önemli iki tanesidir . Bu alanlarda ne yazık ki diğer sağlık alanlarına göre göreceli olarak oldukça geride kalmış servis ve hizmetler vardır. Oysa özellikle bağımlılık ülkemizde giderek büyüyen ve nüfusun yaklaşık yüzde beşini ilgilendiren bir sağlık sorunudur. 2019 yılı istatistiklerine göre ülkemizde yaklaşık sisteme kayıtlı 4 milyon bağımlılık hastası vardır. Sadece cezaevlerinde kendisi bağımlı olduğu için madde satışı yapan ‘’Torbacı ‘’tabir ettiğimiz kişilerden oluşan 80.000 tutuklu vardır.

Tüm bu rakamları göz önüne aldığımızda bağımlılık sorununun ülkemiz için ne kadar büyük bir yara olduğu görülmektedir. Özellikle madde bağımlılığında iİçişleri Bakanlığı’na bağlı kurumların arzı engelleme çalışmaları üst düzeyde devam etmektedir. Ancak mevcut bağımlıların tedavisi konusunda etkin uygulamalar yapılmadığı için talep her gün artarak devam etmektedir. 90 yılı aşkın sağlık yapılanması olan ülkemizde ne yazık ki halen bir Bağımlılık Rehabilitasyon Merkezi bulunmamaktadır.  

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 26. Dönemi boyunca çalışmalarına devam eden “Uyuşturucu Bağımlılığının Önlenmesi” i̇çin Meclis Araştırma Komisyonu yaptığı 30’a yakın oturum ve pekçok ziyaret sonrasında binlerce sayfayı aşan tutanak ve sonuç raporu oluşturmuş ancak bugüne kadar hala devlet ya da özel sektör tarafından bir bağımlılık rehabilitasyon merkezi açılması gerçekleştirilememiştir. Benzer bir sorun aynı şekilde yaşlı bakımı merkezleri için de geçerlidir.

Ülkemizde gerek yaşlı nüfusun giderek artması gerekse yaşlı nüfusun yalnız yaşama alışkanlığının giderek fazlalaşması, bu kişilere verilmesi gereken bakım ve sağlık hizmetleri ihtiyacının giderek artmasına neden olmaktadır.

Oysa ülkemizde bazı vakıflar ve devlete ait emeklilik kurumlarının birkaç yaşlı bakım merkezi dışında, geniş kapsamlı yaşlılara yönelik barındırma ve tedavi hizmetleri verilememektedir. Oysa belirtilen yaşlı nüfusun tıbbi ihtiyaçları ve bakımı özel servis ve yapılar gerektirmektedir. Bu nüfusun giderek artan nörolojik, kalp hastalıkları ve ortopedik bakımları, mutlaka barınmalarının da yapıldığı merkezlerde gerçekleştirilmeli ve bu merkezler yaşlı nüfusun tüm hastalıklarıyla beraber rahatlıkla yaşayabilecekleri ve kendi sosyal yaşamlarını devam ettirebilecekleri ortamlarda planlanmalıdır. Yine bu merkezlerin yurdun tüm şehirlerine yaygınlaştırılması ve yaşlı nüfusun layık olduğu iyi yaşam düzeyinde hayatlarının son dönemini geçirmeleri sağlanmalıdır.    

Nadir Hastalıklar ve Tedavi Politikaları  

Ülkemizde Sağlık Bakanlığı’mızın ihmal ettiği önemli olanlardan bir tanesi de nadir hastalıklar ve bunların tedavi politikalarıdır. Günümüzde giderek sayıları artan, bazıları genetik temellere dayanan nadir hastalıkların pek çoğunda, uluslararası alanda tedaviler mevcuttur. Ancak Sağlık Bakanlığı’mız ve tedavi ile ilgili diğer kurumlar, bu hastalık gruplarını adeta görmezden gelmekte ve tedavi bedellerini karşılamayarak hastaları adeta ölüme terk etmektedir. Sivil toplum kendi içersinde yardımlaşma kampanyaları ile bu hastalara şifa aramakta ve özellikle de çocuk yaştaki hastalara bu dayanışmalarla tedavi sağlanmaya çalışılmaktadır. Bunun en güncel örneği artık her gün sosyal medyada karşımıza çıkan SMA.2 tipi hastaların yurtdışında tedavisi için yapılan para toplama kampanyalarıdır. Oysa sosyal devletlerin en önemli ödevlerinden birisi toplumdaki her vatandaşa, karşılaştığı sağlık sorununda yardımcı olmak ve tedavisinin bedeli ne olursa olsun karşılamaktır. Bu amaçla Sağlık Bakanlığı içerisinde mutlaka özel bir yapılanmaya gidilmeli ve toplumda tespit edilen nadir hastalıklar i̇çin gereken tedavi hizmetleri, ilaç, tıbbi malzeme, mutlaka devlet kurumları tarafından karşılanarak bu hastalar tedavi edilmeli hayata geri döndürülmelidir. Gerektiğinde bedeli çok yüksek olan tedaviler devletin bizzat kuracağı temaslarla, tedaviyi sağlayan ya da ilacı üreten yurtdışı kaynaklardan bizzat devlet tarafından satın alınmalıdır. Bu amaçla Sağlık Bakanlığı içerisinde ayrı bir birimin oluşturulması ve tedavi alacak hastaların Tıbbi Kurullar tarafından değerlendirildikten sonra tedavilerinin sağlanması devletin önceliği olmalıdır.  

Sağlık’ta Dijital Dönüşüm ve Tele-Tıp Uygulamaları   Ülkemizde birinci basamak temel sağlık hizmetlerine ulaşmakta, özellikle kırsal bölgelerimizde ve mevsimsel olarak değişen şartlarda çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Benzer sorunlara gelişmiş ülkelerde sağlanan en etkin çözüm, birinci basamak sağlık hizmetlerinde Tele-Tıp uygulamalarının güncel ve etkin hale getirilmesidir.

Örneğin İsviçre’de birinci basamak sağlık hizmetlerinin 67%’si Tele-Tıp uygulamaları ile gerçekleştirilmektedir. Ülkemizde gerek genel telekominikasyon altyapısı, gerekse Sağlık Bakanlığı’nın dijital platformları geniş kitlelere Tele-Tıp hizmeti vermeye uygun ve yeterlidir.

Tele-Tıp uygulamalarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, hem birinci basamakta hizmet veren Aile Hekimlerinin iş yükünü azaltacak, hem de hastaların internet üzerinden ulaştıkları yanlış, eksik, hatalı bilgilendirmeleri önleyecektir. Özellikle kırsal alanda yaşayan ve yerleşik sağlık birimlerine kolaylıkla ulaşamayan vatandaşlarımızın doğru tanı alması, gerekiyorsa üst sağlık birimlerine yönlendirilmesi ve tedaviye ulaşımlarının kolaylaştırılması açısından Tele-Tıp uygulamaları önemli bir yer tutacaktır.